Gökyüzü mavi derler, bulutlar beyaz. Ağaçlar, yeşil vururmuş gözlere… Bahar gelince şarkı söylermiş yapraklar. Güvenmiş, sıcaklıkmış, şefkatmiş turuncu. Anaların gözlerinden akarmış gürül gürül, Yavruları kana kana içsin diye… Toprakla rahmetin buluşması kadar coşkun, Bulutla bulutun öpüşmesi kadar doğal Ve hami olacak kadar otoriter… Babanın sımsıcak elleri, lacivertmiş. Birazcık sarıyı anımsıyorum, Neşe ve huzur muydu ne? Kardeşimin saçlarıydı aslında. O da yitik artık; değmiyor ellerime. Kırmızıya karıştı gözlerimin önünde Ve gözyaşlarımın yanında… Pembeyi ise duydum, ama hiç bilmem. Kapımıza vurdukça Amerikan dipçikleri, Daha bir uzaklaşır benden pembe. Bilmem, nedense? Kahveydi toprağımın rengi, Yumuşaktı derisi… Sonsuzdu benim için, Sonsuz ve özgür; bir mavi kadar. Şimdi nerede toprağım, Toprağımı verin bana, ne olur! Beyaz saflıkmış, temizlikmiş; öyle derler. Ben kirliyim, kirlendim, kirletildim; Dünyam bilmez beyazı… Minicik hayal gücüm de almaz zaten. Neden bu kadar büyük beyaz? Neden bu kadar kirliyim ben? Ben hiç tanımadım renkleri. Ne anamın turuncusu, Ne babamın mavisi sevdi beni. Ne bulutun beyazı güldü, Ne de yaprakların yeşili dokundu bana. Bana anamı verin, babamı verin, ne olur! Bana renklerimi verin… Verin ne olur, Öpmek, koklamak, tanımak, Yüreğime doldurmak istiyorum. Ben renkleri hiç tanımadım, Nasıl da özlerim bacım sarı Hacer’i, Lacivert babamı, turuncu anamı… Bir kırmızıyı tanıdım. Anamın, babamın dökülen kanından o da. Bir de griyi bilirim; dünyamı saran. O da Amerikan mavzerlerinden çıkar da Kuşatır beni. Ha, mırıldanırken duymuştum babamı. Şöyle derdi: “Dalından koparınca sevsen de büyümez çiçekler… Çocuklar da bir çiçektir, Nasıl kıydınız alçaklar…” Ben renkleri bilmem. Ben, beyazı hiç tanımadım. Ben; kırmızı tenli, gri gözlü bir çocuk işte… Ben, dalından koparılmış bir çiçek… Ben… Iraklı Muhammed! |