Güneş açıklamasında şunlara yer verdi “ Emperyalist Avrupalı devletler 1915 Yılında Viyana Kongresi’ nde toplanarak, Osmanlı Devleti’nin parçalanıp, bölüşülmesi konusunu “Şark Meselesi” (Doğu Sorunu ) adı altında gündeme getirmişlerdir. Bu süreç, l. Dünya Paylaşım Savaşı sonunda Sevr sözleşmesiyle tamamlandığı sanılsa da, bu yıkım projesi,
Türk Devrimi’ nin önderi M. Kemal Atatürk tarafından bütünüyle bozularak tarihin çöplüğüne gönderilmiştir.
Bugün Atatürk önderliğinde emperyalizme karşı kazanılan Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı sonucunda kurulan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan tam bağımsızlık ve Ulusal egemenlik ilkeleri çiğnenmektedir. Cumhuriyet’ in temel değerleri aşındırılmış, Ulus devlet yapısı örselenmiştir.
Bu kapsamda, tarikat ve aşiretlere dayalı ümmet yapılanması özendirilmekte, tarih, yurt ve ulus bilinci yok edilmektedir. Devlet düzeninde ve toplumsal yaşamda bilim ve akıldan uzaklaşılmıştır. Herkesin vicdanlarında kalması gereken kutsal din duyguları siyasete ve ticarete alet edilmektedir.
Ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda da yozlaşmalar sürmektedir. Eğitim düzeyleri düşmüş, ülkenin iç ve dış borçlanmaları olağan üstü artmış, ekonomi üretimden uzaklaştırılarak rantçı bir yapıya kaymıştır. IMF ve Dünya Bankası doğrultusunda uygulanan ekonomik politikalar sonucu, sendikasızlaştırma ve işsizlik yaygınlaştırılmıştır,
İşçi, memur, emekli, çiftçi, esnaf kesimi ve diğer üreticiler yoksulluk sınırında yaşam savaşı vermektedir. Serbest piyasa ekonomisinin yol açtığı dünya bunalımının yükü de emekçilerin sırtına yüklenmiştir. Sosyal devletin gereği olarak parasız olması gereken eğitim ve sağlık hizmetlerinde durum tersine dönmüştür.
Küreselleşen neoliberal, serbest piyasa ekonomik düzenin uzantısı uluslararası sermaye ve tekellerin istekleri doğrultusunda yapılan özelleştirmeler, egemenliğimizi, bağımsızlığımızı yok edecek ölçüde sorumsuzca yapıla gelmektedir. Topraklarımız, doğal kaynaklarımız, halkın birikimleri yabancılara ve yerli işbirlikçilere yağmalatılmaktadır. Devlet ihaleleri yandaşlara verilmekte, yolsuzluklar artmaktadır. İşsizlik olgusunun da arttığı bu süreçte, demokrasinin gereği olarak en doğal hakkını arayan işçiler, işten atılma, biber gazı, tazyikli su sıkma gibi ağır baskılarla karşılaşmaktadır.
Diğer yandan Bursa’da özel bir maden işletmesinde güvenlik önlemlerine gereken önem verilmediğinden, 19 işçimiz yaşamını yitirmiştir. İşçilerin yaşam hakkı, neoliberal düzenin sermayedarlarının kazanç tutkusuna kurban edilmemelidir. İşyeri güvenliği, bilim ve teknolojik gelişmelere koşut olarak işverence sağlanmalı, maden ocakları, işçilerin canlı mezar yeri olmamalıdır.
Dünya egemenliğine soyunan ABD ise, BOP eş başkanlığı ile görevli olduğunu övünerek söyleyen iktidarın başının taşeronluğunda, “Ortadoğu’ da, 22 devletin sınırlarını değiştirmeye” yönelik planı , “demokrasi” adı altında en son olarak lrak’ın işgalinde görüldüğü gibi uygulamaya çalışılmaktadır.
En acıklısı da, bugün gelinen noktada, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Ulusu bölüp, parçalama ve yok etme planlarının, ABD, AB ve yerli işbirlikçiler tarafından yeniden yürürlüğe konmak istenmesidir.
Bu bağlamda siyasal iktidar, ABD ve AB onaylı, terör örgütü uzantısı DTP destekli, İmralı’daki terörist başının hazırladığı “yol haritası” nı, “Kürt açılımı” nı, “demokratik açılım” gibi adlar Türk Ulusuna “hazmettirmeye” çalışmaktadır.
Bu durum, Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı, birliği, bütünlüğü ve bu topraklar için canlarını veren şehitlerimizin, gazilerimizin ve Türk Ulusunun vicdanında derin yaralar açmıştır.
Emperyalizm sömürü düzenini sürdürmek için yüzyıllardır uyguladığı böl ve yönet politikası, etnik, din ve mezhep ayrılıklarını öne çıkararak iç çatışma ve savaşlar çıkarmaktır. Bu yöntem Türkiye’de de yüzyıllardır uygulanmaktadır. Günümüzde de Kürt kökenli yurttaşlar üzerinde sahnelenen bu oyun, son “açılımlarla” geri dönülemez biçimde ayrışımlara götürülmekte, çatışmalara ortam hazırlanmaktadır.
Ne yazık ki, Ulus ayrışma noktasına getirilirken, Devletin kurumları da birbirleriyle çatıştırılmaktadır. Ermeni açılımı adıyla sürdürülen politika da “tek millet, iki devlet” olmakla övündüğümüz Azerbaycanlı kardeşlerimizi gücendirmiştir. Türk Ulusu, Azerbaycan’ın haklı davasının yanındadır.
Ermenistan işgal ettiği topraklardan çekilmedikçe 1921 Kars antlaşmasıyla kabul edilen sınırlara saygı göstermedikçe ve soykırım yalanını sürdürdükçe Ermeni sınırının açılması söz konusu olmamalıdır.
Kıbrıs, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal, güvenlik ve onur sorunudur. “Açılımlarla” Kıbrıs’ta belirlenen kırmızı çizgiler yok edilemez.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden Sevr’e götürme planlarının uygulanması, Türk Ordusu üzerinden de yürütülmektedir. Türk Ulusunun bağrından çıkan ordumuzu etkisiz kılmak, teslim almak için yıpratmak ve sindirme çalışmaları, işbirlikçi kitle iletişim araçlarıyla karaçamlalar ve karalamalarla çok yönlü olarak sürdürülmektedir.
Bu iftira kampanyası onurlu subaylarımızı intihara dek götürecek boyutlara ulaşmıştır. Ulusumuzun onca emek ve özenle yetiştirdiği subayları, komutanları, dengesiz, sabıkalı, hain kişilerin iftiraları sonucu asılsız suçlamalara kurban edilmektedir.
Bu çerçevede, Silivri Yargılaması da, Atatürkçüler/Kemalistler üzerinde hukuk dışı uygulamalar ve baskılarla sürmektedir. Yargısız infaz biçimine dönüşen tutukluluğa ve siyasal iktidarın başının “savcılığına” son verilmeli, bağımsız yargının güvencesinde adalet bir an önce sağlanmalıdır.
Yargı bağımsızlığı evrensel ölçütlerde gerçekleştirilmelidir. Siyaset yargıdan elini çekmelidir. “Türk Ulusu adına karar veren” Yargıçları, Cumhuriyet Savcılarını, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu Yargı Kurumları Başkan ve Üyelerini Türkiye Cumhuriyeti’ ni ve Yargının saygınlığını korumaya çağırıyoruz.
Devlet erkini oluşturan yasama, yürütme, yargı kurumlarının gerekli duyarlılığı göstermesi görevlerinin gereği olduğu kadar Cumhuriyetimizin geleceği açısından da bir zorunluluktur.
Tüm bunlarla birlikte, Cumhuriyetin ve demokrasinin varlığını koruya bilmesi için ön koşul olan gericiliğe ( irtica ) ve bölücülüğe karşı savaşım, Anayasa Mahkemesi’nce ‘’ laiklik karşıtı eylemlerin odağı olan “partinin yetkilileri ve yandaşları tarafından neredeyse suç sayılma noktasına getirilmiştir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’ nin, “ terör örgütüyle bağlantısı” nedeniyle kapattığı bir partinin milletvekilleri, kısa bir “sine-i millet” söylemimden sonra, 30 bin kişinin katili terörist başının talimatıyla, bugün başka bir adla kurulmuş partinin bünyesinde yeniden Meclis’te olmaları düşündürücüdür.
Hiç bir demokrasi, kendisini yıkmak isteyen gericiliğe ve bölücülüğe izin vermez, vermemelidir. Sonuç olarak; Türkiye Cumhuriyeti, 1946 Yılından bu yana Atatürk Devrimi ve ilkelerinden, O’ nun gösterdiği yoldan ayrılmıştır.
Özellikle 1980 Yılından başlayarak, Küresel Yeni Dünya Düzenine bağlanmıştır. Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmeler, içinde yer aldığımız bu sömürü düzeninin sosyal ve toplumsal alanda ki yansımalarıdır.
Bu durum ve görünüş karşısında Türk Ulusu; Uluslararası tekellerin ve sermayenin askersiz işgaline, ABD ve AB destekçi iş birlikçi hainlerin Türkiye Cumhuriyeti’ni bölüp, parçalama ve Türk Ulusunu yok etme eylemlerine, Ulusun birliğine, dirliğine, yurt bütünlüğünü bozmak isteyene emperyalist güçlere ve yerli işbirlikçilerine, Şunu söylüyoruz; tüm yapılanları kabul etmiyoruz ve etmeyeceğiz! Atatürk’ün Söylevin son paragrafında söylediği gibi; “Ey Türk Geleceğinin Çocuğu! İşte bu durumlar ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarında ki asil kanda vardır.”