Elbistan’da Şiirli Bir Gece
Elbistan Anadolu’da nüfusu en yoğun olan ilçelerimizden birisidir. İtiraf edeyim, İlçe girişindeki nüfus tabelasında 82’bini göresiye kadar bu kadar büyük olduğunu düşünmemiştim. İlk hayretim bununla başladı.
Elbistan’ın Karakoçlar’ı, (Bahattin, Abdurrahim ve Ertuğrul Karakoç kardeşleri) çıkarmış olması bir imtiyaz hakkı olarak önem taşıyordu. Tahsin Yücel, Kemal Aytaç, Avni Doğan ve Aşık Mahzuni Şerif’in buradan çıkmış olması ayrıca önemli bir şanstı bu ilçe için. Arkasından, kültürümüzün ve tarihimizin büyük kutbu Mükrimin Halil Yinanç ile onun rahlei tedrisinde yetişen Rafet Yinanç’ın buralı olduğunu öğrenince bu hayretim daha da arttı. Bu artış, elbetteki bunlarla da sınırlı kalmayacaktır: Ceyhan Nehri’nin ülkemizi dolanarak Akdeniz’e ulaşan macerasının önemli başlangıç noktalarından birisinin de burası olması, Allah’ın bu bölgeye lütfettiği bir ilâhi imtiyazdı.
Bu kadar önemli ayrıcalıkları bulunan böyle bir ilçenin neden il olamadığı da ayrı bir hayret noktasıydı?.. Samimi söyleyeyim, anlayamadığım bir devlet zaafı olarak düşündüm bunu. Çünkü Elbistan kesinlikle bir ilçe görünümde değildi. Oturmuş, ayakları yere basan, güzel bir şehir!..Tarihi, kültürel, ekonomik ve hatta siyasi altyapısıyla il olmayı hak etmiş ama bu şansı elinden alınmış bir şehir!..
Böyle bir yerde, bu ırmağın doğduğu Pınarbaşı semtinde, büyükçe bir tabii gölün kenarında, rengarenk ışıklarla göğe yükselen su fıskiyeleri altında, 15 Ağustos akşamı şiir okumak da güzel bir şanstı. Bu şansı birlikte paylaştığımız diğer şair dostlarım şunlardı;
Bahattin Karakoç, Avni Doğan, M.Ragıp Karcı, Şaban Abak, Adem Turan, Nureddin Durman, Selçuk Küpçük. Hüseyin Akın, ve Ali Büyükçapar,
Genç, çalışkan ve kararlı bir duruş sergileyen Belediye Başkanı Av. Durmuş Küçük ile seçkin bir dinleyici topluluğunun karşısında, benim de bir ilkimin bu ilçeyle ilintili olduğunu hatırlatarak şiirimi okudum:
GÜN İÇİME HİÇ DOĞMADI
Gün içime hiç doğmadı.
Acılara vurgunum ben.
Benimledir nice savaş,
Gece savaş, gündüz savaş,
El değmeyin, yorgunum ben.
Hüzün doğar gülüşümde,
Korku dağdır gelişimde,
Bin can biter ölüşümde,
Azrail’e dargınım ben!..
26 yıl önce ilk bestelenen şiirim budur. Bu şiiri, Elbistan doğumlu sevgili şair dostum, müzik öğretmeni Celalettin Kurt Elbistan’da besteledi. Bu şiir programını düzenleyen ekibin de içinde yer alıyordu. Gecikmiş bir teşekkürü burada yerine getirme şansını bulmuştum. Bunu hatırlattım ve sonra diğer şiirlerimi okudum:
Şehirlerin dışa açılımı dışardan gelen kendi alanında öne çıkmış insanların bu şehirle bütünleştirilmesiyle sağlanır. Şairler, bu alanda ilk akla gelen isimlerdir. Doğal olarak buraya gelen şairler buraya birşeyler bırakırken, buradan da bir şeyleri beraberinde başka yerlere taşımak için alıp götürürler. İşte bu yazı, böyle bir taşıyıcılık görevini üstlenen hizmet değil mi? Daha önce birkaç defa, Bahattin Karakoç’un Kahramanmaraş’ta düzenlediği “Dolunay Şiir Şöleni”ne katılmıştım. Birkaç yıl önce de Elbistan’ın yanı başındaki Afşin ilçesinde düzenlenen şiir programına çağrılmıştım. Şimdi aynı ilin bir başka ilçesi Elbistan…
Elbistanlı 130 kadar sivil toplum kuruluşu Elbistan Belediyesinin öncülüğünde önemli bir şeyi gerçekleştirmişler ve burada, “Kent Konseyi (Aslında ‘Şehir Meclisi’ deselerdi daha iyi olurdu!)” adıyla bir kuruluşu hayata geçirmişler. Bu işin başına da İstanbul belediyesinde hizmet tecrübesi olan Nadir Adbay’ı getirmişler. Bu program da onların ilk dışa açılım çalışmalarından birisiydi. Nadir Adbay ve Celalettin Kurt’un çabalarıyla çok iyi bir organizasyona şahit olduk: Sade, etkili ve kalıcı bir gece olduğuna inanıyorum. On misafir şair, kendilerini anlattılar, şiirlerini okudular. Elbistanlı şiirseverlerle tanıştılar… Suyla şiiri, şiirle gönlü buluşturdular. Böyle bir su peyzajı içerisinde program yapılacağını bilseydim, yanımda birkaç beytini aşağıya aldığım “Su Beyitleri”mi götürür ve sadece onları okurdum:
Hayat suda başladı, suyla devam ediyor,
Suyu tanımayanlar, kör geldi, kör gidiyor!..
Gökteki yıldızları senle bölüşsem yeter!..
Gözlerinden bir damla su olup düşsem yeter.
Çöllerde su olsaydı, taşımazdı Leylâ’yı,
Mecnûn nerde arardı bu mukaddes hülyâyı?
Bizim günahlarımız suyla temizlenseydi,
Yeter miydi acaba bulut yere inseydi?..
Şu çırpınan suya bak, kaç milyar yıl yaşında;
Kaybetse yaşar mıydı, güneşle savaşında?..
Maddileşen, daha doğrusu para esaretine doğru sürüklenen bir çağda, gönlün diliyle aklı, duygularla idealleri buluşturmanın en doğru adresi bu şiir programlarıdır… İnsanoğlunu kendi iç dünyasına çeken, orada daha sıcak ve daha kuşatıcı bir manevi atmosfer oluşturan şiir, bizim toplumumuzun doğumunda ninnilerini, ölümünde de ağıtlarını beslemiyor mu? Hayatın her merhalesinde ve hatta günlük telaşımız arasında bile türküyle, şarkıyla gelen şiir mısraları, sadece teganni midir? Elbette ki değil. O sözler olmasa o musiki de olmayacaktı!.. Bu ne demektir? Bu, hayatımızı şiirin atmosferi içinde şekillendirme demektir!.. Türk toplumu şiirsiz edemiyor, edemez. Şairler bu yönüyle bu toplumun ifşa edilen gönlüdür, gönlünün dilidir…Dolayısıyla duygularının ilacıdır. Bizim şiirimiz bunun için dinlendirici, tefekküre yöneltici ve tedavi edicidir…
Bunu fark eden Elbistanlı aydınlar, ilçeleri için ilk defa böylesine güzel bir çabaya talip olmuşlar. Doğuştan Allah’ın bir vergisi olarak şairi bol bu topraklarda, tabiatın o harika doyumsuz manzarası içinde suyla yeşilin, suyla kütle halindeki kaya dağların kucaklaştığı bir ortamda bulunmak elbetteki farklı bir güzellik imtiyazını yaşatıyor insana. Biz onu yaşayarak döndük. Umarız, bundan sonra da bu gelenekleşerek devam ettirilir ve veren ile alanın ortak mutluluğu Elbistan’da daha güzel bir ortamın oluşmasına zemin hazırlar…