Birleşmiş Milletlerin, Suriye’de yaşanan felaket karşısında suskun kaldığını, Myanmar’daki etnik kıyıma sesini çıkaramadığını, Mısır’da yapılan darbeye ‘darbe’ diyemediğini, yıllar önce Bosna’daki soykırıma engel olamadığını ifade eden Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Nevzat Pakdil, “Birleşmiş Milletlerde kararlar Güvenlik Konseyi'nde alınıyor. Güvenlik ve barışı korumakla yükümlü Konsey, BM'nin en güçlü organıdır. BM'nin diğer organlarının kararları yalnızca 'tavsiye' niteliğindeyken, Güvenlik Konseyi'nin kararları tüm üyeleri bağlıyor. Güvenlik Konseyi'nde kararlar, üye ülkeler tarafından verilen bir önergenin 15 üye ülke tarafından görüşülmesi sonucu alınıyor. Karar alınması için, 15 ülkeden 9'unun önergeyi kabul etmesi gerekiyor. Ancak Güvenlik Konseyi'nin Daimi Üyesi olan 5 ülkeden birinin kararı reddetmesi halinde, karar iptal ediliyor. Bu 5 üye, Çin, Fransa, Rusya, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri. Eleştirilerin hedefinde de, tüm ülkelerin kararının 5 ülkeden biri tarafından veto edilebilmesi. Yani BM kararları, Güvenlik Konseyi'ni oluşturan 5 ülkenin iki dudağının arasındadır. Bunu kabul etmek mümkün değildir” şeklinde konuştu.
Medeniyetimizin insan odaklı ve insana saygı üzerine inşa edildiğini kaydeden Nevzat Pakdil, “İster devlet olsun, ister şehir olsun, ister aile olsun insanın olduğu her yerde, insan haklarından bahsetmek mümkündür. Dolayısıyla insanlarla ilgili birçok mevzu bir şekilde insan haklarıyla bağlantılıdır. İslâm ülkesinde ve bir Müslüman nezdinde her vatandaşın canı, malı, namusu, dini ve aklı koruma altındadır. Fakat İslam ülkelerinde gördüğümüz Irak’ta, Pakistan’da görüldüğü gibi intihar saldırıları, Suriye’de, Mısır’da devletlerin insanlara yaptığı hak gaspları bizim medeniyetimizle, inancımızla bağdaşmaz. Bunları kabul etmemiz mümkün değildir” ifadelerini kullandı. Pakdil şöyle devam etti.
“Osmanlı'nın fethettiği topraklardaki Müslim ve gayrimüslim vatandaşlarına karşı, asırlar boyu sürdürdüğü, insan hak ve hukukuna riayette gösterdiği titizlik, günümüzde bile takdir edilmektedir. Müslümanlar, insan hakları ve hukuk devleti gibi kavramları -Batı'daki gibi kanlı savaşların neticesi elde edilen bir kazanım olarak değil- bir mesuliyet ve görev şuuru olarak telâkki etmişlerdir. Müslümanlar için bahsi geçen hak ve hürriyetler, hiçbir zaman insanların keyfine bırakılmamıştır.
Batı'da insan haklarının gelişme merhalesi çok sıkıntılı olmuştur. Batılı ülkelerde, insan hakları konusunda çeşitli bildiriler kabul edilmişse de, iktidara gelen baskıcı yönetimler, hak ve özgürlükleri çiğnemekten geri durmamıştır. Hukuk devleti prensibine göre eşitlik, adalet, insan hakları gibi temel hukuk kaidelerinin varlığı, değiştirilemezliği ve ihlâl edilemezliği esastır. Hangi yönetim iktidara gelirse gelsin, bu kaidelere uymak zorundadır.”