Sosyal Demokrasi Derneği Elbistan Şubesi Başkanı Haluk Gül açıklamalarının devamında şunlara yer verdi: “ Bu sürecin içeriğine ilişkin iktidar en küçük bir belirlemede bulunmuyor. Yaşanan muammayı anlamaya çalışanlar, iç barışı içten istediklerinden dolayı belirsizlikleri sorgulayanlar iktidar ve iktidar şakşakçısı Medya tarafından barış karşıtı olmakla damgalanıyor.
Örülen bu psikolojik duvar maharetiyle; Siyasi iktidar paralelinde düşünmeyenler konuşmasın, konuşamasın, Yazmasın, yazamasın isteniyor. Türkiye’nin en köklü ve temel sorunu olan Kürt sorunu hakkında bugüne kadar kafa yormuş, fikir üretmiş, hatta bedel ödemiş insanlar örülen psikolojik duvarı aşamıyor. Oysa aydın sorumluluğu bu duvarı aşmayı, sorgulamayı, kaş yapayım derken göz çıkarmayı engellemeyi, sorunun içinden hiç çıkılamaz hale getirilmesine seyirci kalmamayı gerektiriyor. Bizler bu sorumluluk duygusu ile sorguluyor ve soruyoruz.
Bu süreç hangi ilkeler etrafında yaşanacaktır ve nasıl bir çözüm öngörülmektedir? Bu konuda kamuoyunu bilgilendirmesi gereken iktidar net ve anlaşılabilir bir belirlemede bulunmuyor. Başbakanın akil bulduğu 63 isimle yeni bir kurul oluşturuluyor ve halkın içerisine gönderiliyor. Bu kişiler bir perspektif ve bir önerme ile yola çıkmıyorlar. Bu şahsiyetlerin bir kısmı bu konuda daha önce hiç kafalarını yormamış insanlar. Kafa yormuş olanlarında referansları farklı. Farklı referanslardan ortak referans, strateji üretme çalışması yapılmamış. Stratejisi olmayan bir stratejik süreç! İktidarın akil insanları gittikleri yerlerde yaşanmışlıkları dinliyorlar. Kendi referanslarına göre önermelerde bulunuyorlar. Dinlemek ve not tutmakla görevliler. Yaptıkları toplantılarda çok şey öğrendiklerini itiraf ediyorlar. Bu ülkenin yaşanmışlıklarını öğrenmeye yeni başlamış insan grubunun bu köklü sorunun çözümüne koyabileceği bir katkı olamaz. Bilerek veya bilmeyerek AKP propagandacıları olmayı kabullenmiş olarak görev yapıyorlar. Nitekim bu muamma sürecin koordinatörü olan Bakan bu kişilerin 2 aylık süreç sonrasında “sivil göz” olarak çalışmalarını sürdüreceğini ilan etti.
“Analar ağlamasın” sloganı, İnsan olduğunun bilincinde olan her insanın sahipleneceği bir slogan. Sloganlar tek başlarına sorun çözme güç ve kudretine sahip değiller ki. İç barışın tesisi için nasıl bir çözüm üretildiğine dair iktidar partisinin milletvekillerinin büyük çoğunluğu da dahil kimse bir şey bilmiyor.
İktidar, Türkiye’nin en önemli sorununu çözme iddiasını dillendiriyor. Ama iktidar partisinin milletvekilleri dahi önünü, bir adım sonrasını göremiyor. Büyük sorunlar olabilecek en geniş mutabakatlarla çözümlenir. İktidar bir mutabakat arayışında değil. Hatta kendisine kredi açan ana muhalefet partisini bilgilendirmiyor dahi.
İktidarın bu tavrı, ABD Dışişleri bakanının sıklaşan Türkiye ziyaretleri, tam da bu sırada İsrail’in özür dileyeceğinin gelmesi, iktidarın samimiyetsizliklerine ve zikzaklarına defalarca tanık olmuş kamuoyunu daha büyük bir kuşkuya sürüklüyor .Bu kuşku sürecin ABD-İSRAİL Patentli olabilirliği kuşkusudur. Denklemi çözmek daha da zorlaşıyor.
12 Eylül referandumunda yargıya hakim olma amacına “12 Eylül’le hesaplaşma” demagojisi ile ulaşan iktidar bu defa kısa dönemli çıkarlarına, projelendiremediği bir umudu “Analar ağlamasın” sloganıyla pompalayarak ulaşmak istiyor. Pompalanan umut büyük beklentiler yaratıyor. Oluşacak bir hayal kırıklığının Türkiye’yi Ortadoğu’nun çıkılmaz bataklığına çekebileceği, iç sorunumuzun da uluslararası bir soruna dönüşebileceği riskini iktidar kısa dönem çıkarları uğruna göze alabiliyor.
Her dönem barış ve eşit kardeşliği savunan bizler biliyoruz ki Türkiye’nin en temel sorunlarından en önemlisi Kürt sorunudur ve bu sorunun çözümü Türkiye’nin tam anlamıyla demokratik bir ülkeye dönüşmesiyle mümkündür. AKP’nin Kürt sorununu çözme ve Türkiye’yi tam demokratik bir ülke haline getirme gibi bir düşüncesi de niyeti de perspektifi de yoktur.
Bugün yaptığı da referandumda yaptığı gibi büyük bir demagoji ve samimiyetsizliktir. Uludere katliamının ört bas edilmesi bu samimiyetsizliğin en son kanıtıdır.
AKP’nin samimiyetsizliği, görmek isteyen her göz tarafından görülebilecek kadar açıktır.
1-AKP 3 Kasım 2002’den bu yana iktidardadır. Anaların ağladığını iktidarının 11.yılında fark etmiş olması samimiyetsizlik değil midir?
2- Kasım ayının başında idam cezasının yeniden gündeme getirilebileceğini söyleyen Başbakanın 1-2 ay sonra idam edilmesini gündeme getirdiği kişi ile devlet kurumları üzerinden görüşme başlatması samimiyetsizlik değil midir?
3- BDP Milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırma tehdidi savurduktan bir ay kadar sonra Kürt sorununu çözmeye soyunmak iddiası samimi bir iddia olabilir mi?
4- Süreç Kürt sorununu çözme süreci olsa, bugün neden sorunun esasları değilde PKK militanlarının Türkiye’den silahlı mı silahsız mı çıkacağı konuşuluyor? Silahın komşumuz ülkelerde çok kolay elde edilebileceğini bile bile bu konuyu tartışma konusu yapıp sorunun esasları üzerine yoğunlaşmamaları samimiyetsizlik göstergesi değil mi?
5- Kürt sorununu çözmekte samimi olsalar, Kürt sorununu da birçok sorunu da çözmenin anahtarı olacak olan CHP’nin 16 maddelik Demokratikleşme paketi önerisini görmemezlikten ve duymamazlıktan gelirler miydi?
6- Amerika ve İsrail’in herhangi bir coğrafyada barıştan yana tavır alabileceğine ihtimal veren var mı? Bu ülkelerin “Barış sürecini destekliyoruz” açıklamalarından endişelenmeyen akli selim var mı? ABD ve İSRAİL’in kendi çıkarları için masum sloganlarla perdeleyecekleri hain planları Türk ve Kürt halkını birbirine kırdırmak pahasına yürürlüğe koyabileceğine ihtimal vermeyen bir akli selim var mı?
Son bir ayda ABD Dışişleri Bakanının 2 defa Türkiye’ye gelmesi bu sürecin ABD patentli bir süreç olduğu ve ABD’nin bizim iç sorunumuzu, çözmemiz gereken sorunumuzu iyice karmaşık hale getirerek uluslararası sorun haline getirme planlaması kuşkusunu güçlendiriyor. Burnundan kıl aldırmayan İsrail’in 3 yıl önceki bir olay için, tam da bu sırada özür dilemesi bu kuşkuya zirve yaptırıyor.
Evet ülkemizin bir Kürt sorunu var. Bu sorun ivedilikle ve barışçıl yöntemlerle çözülmelidir. Ama yerli bir projeyle çözülmelidir. Sorun, sorunun varlığını ve barışçıl çözümü kabul eden herkesin katılımıyla çözülmelidir. Bu soruna çözüm “ben yaptım oldu” çözümü olamaz. Evet, Kürtlerinde Türklerin sahip olduğu her hakka sahip olacağı, Türkiye’de yaşayan tüm etnitiselerin tüm inanç gruplarının eşit kardeşler olarak yaşayabileceği bir Türkiye inşa edilmelidir. Bu demokratikleşme ile, çağdaş demokrasi düzeyine ulaşmakla mümkündür. Bunu bize Amerikanın bahşedeceğini düşünmek en kibar deyimle salaklıktır. Kendi iç dinamiklerimizle sorunu ve çözümü ortaya koymak zorundayız. Bunu yapamazsak, oluşan beklenti sonrası yaşanabilecek bir hayal kırıklığının yaratacağı sonuçlar sadece emperyalistlerin işine yarayacaktır. O halde oluşan umutlar, yaratılan beklentiler hayal kırıklığı ile sonuçlanmamalıdır. Süreç eleştirilere kulak verilerek doğru bir rotaya sokulmalıdır. Çünkü Bu dağ fare doğurursa, Türk’ü de Kürt’ü de, Çerkez’i de… bilmelidir ki o fare bu vatanın tüm fertlerini, yani hepimizi kemirecektir.