5 Aralık 1934 tarihinde ülkemizde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinin, kadın-erkek eşitliği noktasında atılan önemli bir adım olduğunu belirten Eğitim-İş Elbistan Temsilcisi Hasan Hamamcı; “Demokrasinin temel özelliklerinden biri insanların toplumsal yapı içinde herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, eşit şekilde temsil edilmesidir.
Kadın ve erkek eşitliği laik devlet düzeninin temel yapıtaşlarından birisidir. Bu amaçla Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra ilk olarak halkın eşitliğini ve toplumsal barışını sağlayacak devrimler gerçekleştirilmiştir. Ardından Mustafa Kemal Atatürk, savaş döneminde erkeklerle birlikte cepheden cepheye koşan, Milli Mücadele’nin kazanımında en az erkekler kadar payı olan kadınlarımıza karşı duyduğu sorumlulukla, kadınların da siyasal ve toplumsal süreçte yer almasının sağlanmasına dönük reformlar gerçekleştirmiştir.
Daha birçok çağdaş ülkede dahi yokken kadının siyasal ve sosyal konumuna ilişkin reformlardan ilki, 1926 tarihli Türk Medeni Kanunu ile medeni haklarda kadının erkekle eşit hale getirilmesidir. 5 Aralık 1934 tarihi, Avrupa'daki pek çok ülkeden önce, Atatürk’ün kadınların siyasal, sosyal ve kültürel haklarda erkeklerle eşit haklara sahip olması için attığı önemli bir adımın, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanındığı tarihtir. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 10. ve 11. maddeleri değiştirilerek kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmış ve 1 Mart 1935’te ilk kadın milletvekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yerlerini almışlardır.
Kadınların siyasal alandaki etkinliğine baktığımızda 1930 yılına kadar yerel seçimlerde, 1935 yılına kadar genel seçimlerde oy hakları olmadığını görürüz. Kadınlar ilk kez 1930’da 1580 sayılı belediye kanununun 2. maddesi ile belediye meclisleri için seçme ve seçilme hakkı elde etmişlerdir. 1933’te ise 442 sayılı Köy Kanunu’nun 20. maddesindeki değişiklikle kadınlara muhtar ve ihtiyar heyeti seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. Bugün kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilişinin 78. yılını kutluyoruz. Ancak hala ülkemizde kadınların siyasal alanda varlık göstermesi istenilen düzeye ulaşamamıştır. Kadınlarımızın halen TBMM’de orantılı olarak temsil edilememesi ciddi bir sorundur.
Oysa çağdaş Türk kadının siyaset içindeki varlığı, Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin korunması, tam anlamıyla bir demokrasi anlayışının bütün kurum ve kurallarıyla birlikte yerleşmesi bağlamında son derece önemlidir. Ancak uygulamada Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, kadınların erkekle birlikte temsil edildiği özel ve kamusal alandaki yerlerine ilişkin olarak, gereken sosyal yapısal dönüşümlerin henüz tam anlamıyla yaygınlaşmadığı ortadadır. Kadınlar, erkeğin egemen olarak varlık gösterdiği üniversitelerde ve bilim dünyasında, hak ettikleri temsiliyeti kazanabilmek için bugün hala mücadele etmektedirler. Bu alanlardaki erkek-egemen değerlerin dönüştürülmesi ve kadınların bilim üretme süreçlerine dahil olması, üniversitelerin eğitim ve yönetim kadrolarında kadınların daha fazla yer almasının teşvik edilmesi gerekmektedir.
Siyasal alanda temsiliyet açısından kadın ve erkek eşitliğini sağlamak, devletin demokratik sorumluluğudur. Etkili bir seçmen iradesinin Meclis’e yansıması için, kadın-erkek temsiliyetinde adaletin sağlanması bir gerekliliktir. Böylelikle çatışmaya değil, uzlaşıya dayalı ve barışçıl bir siyaset anlayışı hakim kılınabilir” dedi.