Dün saat 12.00’de A Haber Kanalı’nda haber kuşağının canlı yayın konuğu olan AK Parti Grup Başkan Vekili ve Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, hem Suriye ile yaşanan krizi hem de AK Parti büyük kongresini ve kongreden sonra oluşan AK Parti’nin A takımının değerlendirmesini yaptı.
İlk olarak Suriye’den atılan ve Şanlıurfa’nın Akçakale İlçesi’nde düşerek 5 vatandaşımızın ölümüne neden olan top mermisininden sonra yaşananlara değinen Ünal; “27 Eylül’den itibaren Suriye’nin bu yönde sınır ihlalleri devam ediyordu ve 29 Eylül’de bir nota verdik Suriye’ye ve 3 Ekim’de de bu acı olay gerçekleşti. Bu süreçte biz öncelikle Suriye ile bu meselenin ikili bir müzakere üzerinden yürütülmemesi gerektiğini ifade ettik, dolayısıyla konuyu hemen uluslararası alana taşıdık. Dolayısıyla bizim en baştan itibaren hem Arap ligine konuyu taşımış olmamız hem BM Güvenlik Konseyi nezdinde meseleyi takip ediyor olmamız buradaki sorunun uluslararası düzeyde çok iyi anlaşılması ve buraya dikkat edilmesi için. Çünkü, Suriye’ye dünyanın gerektiği önemi göstermediğini düşünüyoruz. Orada bir katliam yaşanıyor, orada bir diktatör kendi insanlarını katlediyor ve biz baştan itibaren de bu tehlikenin farkında olduğumuz için hemen yanı başımızdaki komşumuzda çıkan bu yangının söndürülmesi için Türkiye olarak can havliyle uluslararası alanda çok etkin bir diplomasi yürütüyoruz” dedi.
Daha sonra meclisten geçen tezkereye değinen Ünal; “Bu tezkere ne anlama geliyor, dolayısıyla Nato’nun 4. madde çerçevesinde toplanması ne anlama geliyor, dün BM Güvenlik Konseyi’nden sert bir kınamanın gelmesi ne anlama geliyor? Bu, şu anlama geliyor. Bizim uzun süreden beri ısrarla yürüttüğümüz etkin diplomasinin sonuç vermeye başladığı anlamına geliyor. Dün akşam Rusya’nın bu kınama üzerindeki çekincesini geri çekmesiyle birlikte BM Güvenlik Konseyi’nden de sert bir kınama geldi. Esed’in içerideki durumu tabiî ki sürdürülebilir değil. Ve bizim bir tezkere, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin meselenin farkında olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu meseledeki tavrını ve yaklaşımı ifade etmesi açısından da bir önemi var tezkerenin. Çünkü Türkiye, uluslararası anlamda bu konudaki kararlılığını da ortaya koyması gerekiyordu. Bu tezkerenin bir anlamı daha var. Savaşmadan da bir mukabelede bulunabilir ve bir yaptırım, kararlılık ve caydırıcılık gösterebilirsiniz. Şimdi bizim baştan beri söylediğimiz bir şey var. Orada konu Esed değil. Aslında Suriye, bölgenin çok kritik bir noktası. Hem eski Sovyetler Birliği yeni Rusya açısından hem de İran açısından Suriye çok kritik bir nokta. Dolayısıyla konu, Esed yönetimi ya da Suriye’nin demokratikleşmesi ve yeniden yapılanması değil, Suriye’de yeni pozisyonun ne olacağı sorunu. Dolayısıyla uluslararası alanda bu sorunun henüz cevabı bulunamadığı için maalesef orada kan dökülmeye devam ediyor. Biz de ısrarla şunu söylüyoruz. Biz bölgede savaştan yana değiliz, biz bölgede barıştan ve düzenden yanayız. Biz, bölgemizde artık insanların ölmesini istemiyoruz, kan dökülmesini istemiyoruz. Ve biz orada bir uluslararası çıkar çerçevesinde bir politika yürütmüyoruz. Biz, orada insanlığın vicdanını ve uluslararası hukukun insan hakkını koruyacak düzenlemelerinin gereğini istiyoruz. Eğer orada 30 bine yakın insan ölmüşse bunu hiçbir şeyle açıklayamazsınız. Bu birazda sizin bakış açınıza da bağlıdır. Yani şöyle de bakabilirsiniz. Rusya’nın, İran’ın çıkarları çerçevesinde baktığınızda ya da seçimlere gitmek üzere olan ve herhangi bir inisiyatif almayan ABD yönetimi açısından baktığınızda her bir perspektifte farklı farklı şeyler görebilirsiniz. Ama Türkiye’den baktığınız bizim gördüğümüz şudur. Orada kardeşlerimiz ölüyor, orada insanlarımız acı çekiyor ve Türkiye bunun bir an önce sonuçlanmasını istiyor. Biz, Esed ile yakınlaştığımızda gördüğümüz bir şeyden dolayı Esed ile yakınlaştık. Bir Arap uyanışı, bu uyanışın Suriye’ye etkileri ve Esed’in hızlı bir şekilde reform yapması, yapısal bir dönüşüm oluşturması, demokratik seçimlere gitmesi gerekiyordu ve Esed bunu bize yapacağını vaat etti. Ama bunu yerine getirmek yerine kendi halkına kurşun sıkmayı tercih ettiğinde bizim de Esed’le birlikte olmamız mümkün değildi. Biz tabiî ki orada Suriye halkından yana olacaktık. Dolayısıyla bugün Suriye krizi yeni bir aşamaya gelmiştir bu son olaydan sonra. Ve BM Güvenlik Konseyi’nin sert kınaması, Nato’nun 4. madde çerçevesinde toplanması ve aldığı karar ve bölgeyi Nato’nun güneydoğu sınırı olarak tanımlaması bunlar oldukça önemlidir. Türkiye savaştan yana değildir, Türkiye kendi bölgesinde düzenden yanadır ve biz kendi kararlılığımızı göstermek ve bunun Esed’in nasıl ateşle oynadığını ve bunun bir oyun olmadığını göstermek açısından hem angajman kuralları gereği anında karşılık verdik hem de TBMM kendi kararlılığını gösterdi ve gerektiğinde müdahale edecek şekilde yetkiyi hükümete verdi.
3 Ekim günü Akçakale’de insanlarımızın kaybından hemen sonra Sayın başbakanımız nezdinde bir kriz yönetimi düzeneği oluşturuldu Savun Bakanımız, Genel kurmay Başkanımız, İçişleri bakanımız, MİT Müsteşarımız ile birlikte. Bizzat Sayın başbakanımız süreci yönettiler. Ve Türkiye artık krizleri yönetebilen, Türkiye uluslararası anlamda sonuç alabilen ve kendi kararlılığını gösterebilen, kendi çıkarlarını koruyabilen bir ülkedir. Sonuç almak için savaşmak gerekmez. Biz, Türkiye olarak diplomatik olarak istediğimiz sonuçları hem BM nezdinde hem Nato nezdinde aldık ve bundan sonraki aşamada da halkımızın gönlü rahat olsun herhangi bir şekilde bir savaş değil, Türkiye’nin yürüttüğü etkin ve kararlı bir diplomasi var” dedi.
Son olarak kongrenin değerlendirmesini yapan AK Parti Grup başkan Vekili Mahir Ünal şunları söyledi; “İki noktada da hataya düşüyor zihinler. Türkiye’yi eski Türkiye’nin kodları ile okuduğumuz zaman bugünü okuyamıyorsunuz, siyaseti eski siyaseti kodlarıyla okuduğumuz zaman bugünün siyasetini okuyamıyoruz. AK Parti, partilerden bir parti değil. AK Parti, ne eskinin ANAP’ı, be eskinin Doğru Yolu. Şimdi insan zihni düşünürken eski referanslarıyla bugünü değerlendirmek gibi bir hataya düşer kimi zaman. AK Parti uluslararası bir marka olmuş, sürdürebilirliği, yenileşmeyi ve kendisini yenilemeyi bilen ve bunu da 10 yıl içerisinde kazandığı seçimlerle ortaya koymuş, ana omurgasını korumayı çok iyi bilen, ana omurgayı korurken de kendi içerisinde dinamizmini korumak için yenileşebilen bir parti. Dolayısıyla birinci 11 yılın sonunda AK Parti, ilke merkezli siyasetinin ilkelerini kabul eden ve Türkiye’yi bu değerlerle ilkeler çerçevesinde okuyan ve Türkiye’nin değerleri diyebileceğimiz yeni insanları kendi bünyesine katarak gelişmiştir, genişlememiştir. Dolayısıyla yeni MYK’yı buradan okumak gerekiyor. Futbol takımlarında şöyle bir şey vardır. Güçlü bir futbol takımı, ana omurgası oluşmuş bir takımdır ve teknik direktör de diğer alanları da zaman zaman transferlerle güçlendirir, yeniler. Şimdi Sayın Genel başkanımız, Başbakanımız iyi bir siyasetçi, iyi bir oyun kurucu, iyi bir teknik direktör ve dolayısıyla yeni takını oluştururken de partinin omurgasını koruyarak bir yenilik oluşturduk. Eski siyasette şöyleydi, bir bakan ya da genel başkan yardımcısı ya da grup başkan vekili görevden alındığı zaman gözden düşerdi. AK Parti siyasetinde böyle değildir. AK parti siyaseti, ‘millete efendilik yoktur millete hizmetkar olmak vardır’ diyen, ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ diyen, ‘yaratılanı yaratandan ötürü severiz’ diyen, dolayısıyla da merkezine hizmeti koymuş ve hizmetini de nerede olduğunu önemsemeyen bir siyasi hareket. Yani bakanlık yapmak da, genel başkan yardımcılığı yapmak da, belediye başkanlığı yapmak da hizmetir. Hangi nokta da olursa olsun o noktada bu ülkeye bu millete hizmet etmektir asıl olan. Dolayısıyla biz bunları bir görev değişikliği olarak görüyoruz. Daha önce bu görevleri yapan arkadaşlarımız bu defa başka görevler üstlenerek yollarına devam ediyorlar.”