Tarihler geçmişten geleceğe haber götürücüdür. Görünüşte bir hikâye sanılır, fakat gerçekte ilimlerin en yükseği olan tarih, devlet idaresinin en büyük yardımcılarındandır. Bir Milletin tarihi bilinmez ise, yaşamasına, ilerlemesine ve de gerekli olan sebeplerin varlığı ya da yokluğu o zaman nerden öğrenilecek(Namık Kemal) Değerli okuyucular, yakın tarihimizin az bilinen bölümlerinden biride Osmanlı borçlarının Lozan Antlaşmasından sonraki durumudur. Önce Lozan’ı hatırlayalım: Lozan’da Osmanlı borçları için İsmet İnönü ve ekibi büyük bir başarı kazanmıştır. Birinci olarak bu borçlar, Lozan’la kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dışında kalan ve eski Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde bulunan ülkeler arasında da paylaştırılmıştır. İkinci olarak bu paylaşma, sadece faizleri değil, anaparayı da kapsayacak biçimde hesaplanmıştır. Ayrıca Osmanlının borç batağına nasıl düştüğünün tarihsel sürecine göz atalım. Osmanlıyı çökerten dış borç süreci Kırım Savaşıyla başlar.1853’te başlayıp 1856’da biten bu savaş, genellikle Osmanlının Ruslara karşı kazandığı bir zafer gibi anlatılmasına rağmen, asıl ekonomik yıkım bu savaşta başlamıştır. Kırım Savaş’ı, Osmanlı’nın maddi, siyasi ve fiili çöküş sürecine yol açan mekanizmayı yani dış borç batağını başlatan ve böylece sonuç olarak İmparatorluğun tarih sahnesinden silinmesine yol açan savaştır. Bu savaş hem bir Rus saldırısı hem de bir İngiliz – Fransız kışkırtması sonunda başlamıştır. 1774’teki Küçük Kaynarca Antlaşması’yla, Rus Çarı’na Osmanlı’nın Ortodoks tebaasının koruyuculuğunun verilmesiyle doruk noktasına ulaşan Rus – İngiliz rekabeti, araya Fransızların da girmesiyle, Kırım Savaşı’na yol açmıştır. Anlaşmazlık konusu da çok ilginçtir: Osmanlı İmparatorluğu Kudüs’teki hizmetlerin görülmesinde Katolik Hıristiyanlarla Ortodoks Hıristiyanlar arasında bir denge gözetmektedir. Rusya bu hizmetler konusunda Ortodokslara haksızlık edildiğini öne sürer ve belli ayrıcalık ister. Fransa ise Kudüs’teki hizmetlerin Katolikler tarafından yerine getirilmesinde ısrarlıdır. İki ateş arasında kalan Osmanlı İmparatorluğu, Hıristiyanlar bakımından kutsal olan yerlerin Müslümanlar için de kutsal olduğunu belirtir ve hizmetlerin Müslümanlarca yerine getirilmesine karar verir. İşte bu noktada Osmanlı’nın paylaşılması anlamını taşıyan “Doğu Sorunu” fiilen gündeme gelir; Rusya, İngiltere’ye Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasını önerir. Bu paylaşma önerisi sırasında o tarihi ifade kullanılmıştır. “Hasta Adam” Bu teklif karşısında İngiltere, Rusya’nın güneye inmesinden çekindiği için bu gizli öneriyi Osmanlıya haber vermiştir. Sonunda Rusya, kutsal yerlerin yönetiminde Ortodokslara öncelik verilmesi isteğini bir ültimatom(kesin uyarı) ile Osmanlı İmparatorluğu’na bildirir. Osmanlının buna yanıtı, Ortodoksların konumlarının Padişah Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman, dönemlerindeki fermanlarla belirlendiği ve bu fermanların dışına çıkılmayacağı biçiminde olur. Bu karar Rus ültimatomunun(kesin uyarı) reddi anlamına gelmektedir; Rusya Osmanlıya karşı savaş ilan eder. 3 Temmuz 1853’te Rusya, 35.000 asker ve 72 topla Osmanlı topraklarına (Eflak- Buğdan / bugünkü Romanya ) saldırmasıyla Kırım Savaşı fiilen başlamıştır. Osmanlı bir süre Rusya ile tek başına savaşır. Fakat mali kaynakları böyle bir savaşı sürdürmeye yeterli değildir. Daha sonra Fransa ve İngiltere Osmanlının yanında Rusya’ya karşı savaşa girerler. Osmanlıya ilk parasal yardım daha doğrusu ilk borç 1854 yılında 2,57 milyon Osmanlı Lirası para verilir. Bu borç yetersiz kalınca 1855 yılında 5,64 milyon Osmanlı Lirası daha borç alınır. Artık dış borç sarmalı başlamıştır. Bu sarmal İmparatorluğun iflasına yani yok oluşuna kadar sürecektir. Endüstri üretimi yetersiz olan, yabancı ülkelerin sömürüsü altında gelişemeyen Osmanlı ekonomisi, aldığı dış borçları ödemek için yeni dış borçlar almış, bu süreç onun tarih sahnesinden silinmesine yol açmıştır. Dış borçlar Osmanlı İmparatorluğu’nu batırmıştır ama Türkiye Cumhuriyeti 1954 yılına kadar bu borçları ödemeye devam etmiştir. Demek ki 1854 yılında başlayan bu süreç, tam yüz yıl boyunca Anadolu’nun dış borç boyunduruğu altına girmesine yol açmıştır. Değerli okuyucular, Osmanlı İmparatorluğu dış borçlarını ödemede zorluk çekince, 20 Aralık 1881‘de alacaklarla bir anlaşma imzalayarak moratoryum ilan etmiştir.(Moratoryum: Borç ödemelerinin belirli bir zaman için, geçici olarak durdurulması ve ertelenmesidir, yani kısaca borç ertelemedir.) Bu anlaşma hicri takviminde 28 Muharrem1299(Yani 20 Aralık 1881) tarihinde yapıldığı için“Muharrem Kararnamesi” olarak adlandırılmaktadır. Bu işlem sonucu Duyûn–u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kurulmuştur. Bu kurum, Osmanlı borçlarının ödenmesi için ayrılan devlet gelirlerinin tek yöneticisi oldu. Buna göre borçların bir kısmı silindi ve faiz oranları bir miktar düşürüldü. Ancak borçların ödenmesi düzenli bir usule bağlandığı için alacaklara güvence verilmiş oldu. İmparatorluğun alacaklıları, devletin en sağlam gelirlerine el koydu. Batı ülkelerin alacaklıları tarafından kurulan Düyûn-u Umumiye İdaresi İngiliz, Hollandalı, Fransız, Alman, İtalyan, Osmanlı ve öncelikli alacaklılar temsilcilerinden oluşan yedi kişilik bir kuruldu. Bütçenin üçte birinden fazlasını oluşturan tütün, tuz, ipek, içki, pul ve av vergilerine el konmuştu. Çünkü bu vergiler toplanması en kolay ve güvence altında olan vergilerdi. Düyun-u Umumiye memurları, yanlarında jandarmalarla, köylünün tarlasında ki ürüne el koyarak gerekli tahsilâtı yaparlardı. Düyun-u Umumiye Meclis üyeleri, yılda 2000 İngiliz Lirası maaş alırlardı. Osmanlı Devleti memuruna para ödeyemezken, Düyun-u Umumiye’de çalışanlar, maaşlarını düzenli alırlardı. Çünkü borç ödemeleri, yapılan tahsilâttan masraflar düştükten sonra yapılırdı. Bu komisyon gerçekte imparatorluğun mali haklarını zedeleyen, hükümranlık haklarına gölge düşüren ve mali yapıyı kontrol altına alan uluslararası bir yönetim biçimiydi. Adeta devlet içinde devletti. Bu idare kendi memurlarını dilediği gibi atama yetkisine haiz idi. Nitekim Düyun idaresi 5000 kişilik bir kadro oluşturdu. Bu sayı 1912’de 9000 olmuştur. 1881 yılında kurulan Duyun-u Umumiye 9000 kişilik kadrosu ile Osmanlı'nın vergi kaynaklarını yüzde 40 yakınını tahsil ediyordu. Bu rakamın doğruluğunu kim kontrol edecekti? İmparatorlukta böyle bir idari birim yoktu. Tipik bir gösterge olarak Osmanlı Devleti’nin mali denetimine ilişkin şu örneği verebiliriz: 1910–12 yıllarında Osmanlı Maliye Nezareti’nde 5500 memur çalışırken, Duyun-u Umumiye emrinde 9000 memur çalışmakta idi. Bütün devlet gelirlerinin %31,5’i Duyun’ca tahsil edilmekte idi. Konsey başlangıçta yalnız kendisine ait vergileri toplarken, daha sonra bir takım sanayi ve ticari yatırımlara da girmeye başladı. Böylece Osmanlı Devleti’nin ekonomik iflası ve yabancı egemenliğine geçişi daha da hızlanmış oldu. Kısacası devletinizi siz kendiniz denetlemezseniz yabancılar denetler. Bu onur kırıcı duruma borç batağına saplanmış bir devlet karşı koyamazdı İşte Osmanlı bu felaketi yaşıyordu Osmanlının yıkılması ile Lozan’a giden yolda Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğmuştu. Ama Osmanlının borçlarının büyük kısmını yüklenmek zorunda kalmıştı. Lozan’da varılan antlaşma ile batılı devletler alacaklarını Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı altından çıkan devletlere paylaştırdılar. Bu paylaşma, sadece faizleri değil, anaparayı da kapsayacak biçimde hesaplanmıştır. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN BORÇLARININ HER DEVLETE DÜŞEN HİSSESİ ŞÖYLEDİR: Türkiye 84.597.495 Suriye – Lübnan 11.108.858 Yunanistan 11.054.534 Irak 6.772.142 Yugoslavya 5. 435.597 Filistin 3.284.429 Bulgaristan 1.776.354 Arnavutluk 1.663.233 Hicaz (S.Arabistan) 1. 499.518 Yemen 1.182.104 Ürdün 733.610 İtalya 243.200 Necit (S.Arabistan) 129.150 Maan (Güney Ürdün) 128.728 Asir (S.Arabistan) 26.138 Lozan’dan sonra Düyun-u Umumiye İdaresi kaldırıldı ve yerine Paris’te bir yönetim kuruldu, Düyun-u Umumiye’nin malları Türkiye’ye devredildi. Daha sonra 1933’te borçlar yeniden gözden geçirildi ve bu tarihten yapılan muntazam ödemelerle, konulan süreden 29 yıl önce,1954 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti kendi payına düşen bütün borçları ödedi. İtalya 1926’da,Filistin 1928’de, Suriye ve Lübnan 1933’te, Irak 1934’te, Ürdün ve Maan 1945’te, Bulgaristan 1955’te, Yugoslavya 1960’ta, borçlarını ödemişlerdir. Bunlara karşılık, Yunanistan, Suudi Arabistan,(Hicaz-Necit-Asir) Arnavutluk ve Yemen hiçbir borç ödememişlerdir. Yukarda ki durumda gördüğünüz gibi batılılar her zaman olduğu gibi, alacaklarında bile devlet ayırımı yapmakta sakınca görmemişlerdir Sonuç olarak ilk olarak kapitülasyonlar şeklinde karşımıza çıkan ticarî anlaşmalar, 18. yüzyıla gelindiğinde, bütünüyle Osmanlı Devleti aleyhine gelişmiş ve sonuçta devleti bir açık pazar hâline getirmiştir. Batılı kapitalist devletlerden borç almak zorunda kalan Osmanlı Devleti, tekerrür eden bu borçlar altında ezilerek hızlı bir çöküş sürecine girmiştir. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde, bu ticaret anlaşmalarının devlet bünyesine olumsuz bir etkisi olmamış, fakat siyasal ve ekonomik zaaf dönemlerinde devletin çöküşüne hızlandırıcı bir etki yapmıştır. Alınan borçlar, İmparatorluğun tarih sahnesinden silinmesinden sonra bile problem olmaya devam etmiş, bu imparatorluktan toprak alan devletler, özellikle Osmanlı borçlarının yüzde yetmişi yüklenen Türkiye Cumhuriyeti, uzun süre bu borçlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Yazımızı şu sonuçla bağlamak istiyorum; Kırım Savaşı sonrası Türklere "borç prangası" takılmıştır. Avrupa ile bu borç süreci Düyun-u Umumiye adıyla 1854'den 1954'e kadar sürmüştür. Ancak Avrupa'nın yerini 1946 yılında Amerika Birleşik Devletleri almış, Düyun-u Umumiye koşulları hemen hemen aynı kalmakla beraber borç yönetiminin adı IMF (Uluslararası Para Fonu) olarak değişmiş ve devam etmektedir, öyle veya böyle ülkemiz 150 yıldır batı tarafından denetleniyor. Geçmişini hatırlamayanlar onu tekrardan yaşamaya mahkumdurlar ! “Santaiana” Adnan GÜLLÜ Tarih Araştırmacısı Faydalanılan Kaynak Büyük Ekonomik Ansiklopedisi Tarihimizle Yüzleşmek (Emre Kongar) Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar ( Emine Kıray) Devlet Borçlanması ve Osmanlıdan Cumhuriyete Dış Borçlar (Yrd. Doç. Dr. Faruk Yılmaz) |